Bedr' de babası, kocası kardeşi ölmüş kırk kişi, mızraklarla darağacındaki garip ve mazlum müslümana saldırdılar. Mızraklar, insafsızca inip kalkarken hazreti Habib' in yüzü kıbleye döndü. Sanki görünmez eller, düşmana rağmen O' nu kıbleye çevirmişti. Mübarek sahabi, kan-revan içinde iken bile şükrünü dile getiriyor:
-Elhamdülillah ki Rabbim, yüzümü kendisi, Peygamberi ve mü' minler için seçtiği Kâbeye döndürdü.
Bir mızrak, aziz insanın göğsünden girip sırtından çıktı...bir kelime-i şahadet Ten' im ufuklarını çınlattı.
Safvan bin Ümeyye' nin kölesi Tetaş idam ipini çekti...bir müslüman ilk defa darağacında can veriyordu: Habib bin Adî radıyallahü teâlâ anh.
Bu sırada Medine' de eshabıyla birlikte olan Sevgili Peygamberimiz' i bir ân için uyku benzeri bir hâl kapladı; tıpkı vahiy geldiği zamanlardaki gibi. Başlarını kaldırdılar ve:
-Ve aleyhisselâm, dediler.
Eshab merak edince buyurdular ki:
-Cebrail geldi; müşrikler, Habib bin Adî' yi öldürmüşler. Bana selâmını ve ölüm haberini getirdi. Ben de "O' nun üzerine de olsun" diyerek selâmını aldım.
Müşrikler, aziz şehid Habib bin Adî' nin cesedini öylece ipte asılı bırakarak dağılıp gittiler...
Haber, her tarafta işitilsin istiyorlardı. Böylece bu hareketle akıllarınca müşriklere cesaret; müslümanlara da gözdağı vereceklerdi.
Günler geçmesine rağmen Hazreti Habib' in hâlâ idam sehbasında sallanıp durduğu haberi Medine' ye gelince ince kalbli merhametli Peygamber, çok üzüldüler ve eshabına buyurdular ki:
-Kim, Habib' in cesedini darağacından indirirse cennet onun nasibi olur.
Bu gayrı insani hareket, bütün Peygamber dostlarını incitmişti. Bu bakımdan Efendimizin arzusu onları ferahlandıran bir emir oldu. Zübeyr bin Avvam ve Mikdat bin Esved, bu canavarlığa son verme işini üzerlerine aldılar. Ve gündüz saklanıp gece yürümek sureti ile Te' nim' e geldiler. Ne var ki zâlimler, darağacının çevresine bekçiler koymuşlardı. İki sahabi, geldikleri günün gece yarısına kadar bir yerde gizlenerek bekçileri gözetlediler. Onların tahmin ettikleri gibi uykuya mağlup olmaları üzerine de mübarek cesedi sür' atle darağacından alarak atlarına yüklediler ve yine sür' atle oradan uzaklaştılar. Habib bin Adî, idamının üzerinden kırk gün geçmiş olmasına rağmen sanki yeni şehid edilmiş gibiydi. Hâlâ yaralarından gül kırmızısı bir kan sızıp duruyordu.
Sabah olduğunda kâfirler, cesedin sehbadan alınmış olduğunu görünce takipçiler çıkardılar. Yıldırım gibi at koşturan kalabalık sayıdaki müşrik, ertesi gün öğleden sonra Zübeyr bin Avvam ile Mikdat bin Esved' e yetiştiler.
Zübeyr radıyallahü anh, şehidin cesedini attan alıp yere koydu...düşman karşısında rahat hareket edebilmesi lazımdı. Fakat O' nun cesedi yere koyduğu ân müthiş bir şey oldu. Herkesin gözü önünde cereyan eden hadise, görenleri iliklerine kadar ürpertti. Olan şuydu: Hazreti Zübeyr' in mübarek cesedi yere koyduğu ân toprak, O' nu hemen içine aldı. Sanki yer hasretle yarılmış ve nicedir özlediği şehidi kalbine gömmüştü.
Zübeyr, kendisini ve arkadaşı Mikdat' ı Kureyş kâfirlerine aile mensuplarını sayarak tanıttı ve:
-İsterseniz karşılıklı ok atalım, isterseniz herkes kendi yoluna gitsin, dedi.
O kalabalık insanlar, iki mücahide ilişmeden uzaklaşıp gittiler.